top of page

 DİN VE KÜLTÜR

         Dinini anlayıp- kavramada din kültürü ne kadar zorunluysa, özüne inip   yaşamada da bazen çok önemli engeller  oluşturabilmektedir!

       Kültür, insanın yeryüzündeki yaşamını kolaylaştırmak için oluşturduğu sosyal yapılar topluluğu  olarak, çağlara göre gelişerek değişebilen hayatının tamamını  kuşatıp sarmalayan, somut ve soyut  olguları kapsamaktadır.  İlahi kaynaklı  olan İslam Dini ise Rabbimiz tarafından ,Levh-i  Mahfuz gibi  yüce bir alemde ezel ezelde muhafaza altına alınmıştır.  Hz.Adem peygamberle başlayarak, Hz. İbrahim,  Hz.Musa ve Hz. İsa (A.S) ve son olarak da Hz. Muhammed’le  tecdit edilerek kemale ermiş olup,  kıyamete kadar  kendi dinamikleri ve özel  normlarıyla devam edecektir. Ana kaynağına “arınmışların dışında  kimse ulaşamayacağından” beşer veya bir başka varlık eliyle değişimi mümkün değildir. İslam Kültürüne gelince, mesaj hitap ettiği çağdaki  toplumun dil ve kültürü üzerine  inşa edilmiş ;  gelişen toplumların  hukuk  alanındaki problemlerini çözmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için  bünyesine katılan kültürlerin de  katkılarıyla gelişmiştir. Kur’an-ı Kerim ve Hadisi şeriflerdeki müteşebbihat (anlaşılması zor kavramlar)  bilim ve kültürün gelişimine paralel olarak    yeni yorumlarla açılımlar göstermiş ve göster-mektedir . Din kültürü  ilahi mesajın insanlara iletilmesinde önemli işlevler yüklenmiş olmakla beraber, zamanla bünyesine bulaşan  bazı  mitoloji,  hurafe ve  bilgi kirliliğinden   de yakasını kurtaramamıştır.  Bu nedenle gerçeğe erişmek isteye her Müslüman, Hz. Peygamberin ,   “İlimi beşikten mezara kadar arayınız” tavsiyesine  uyarak, servis yapılan her bilgiyi araştırarak sorgulamak zorundadır !...

        Dini bilgilerde yeterli seviyeye ulaşmamış,  samimi inanç sahipleri, değişen dünyanın renk ve cazibesi rağmen, arayışları sonucunda  İslam’ı  bularak yaşayabilirler; ancak kal/söz ehli saplanıp kaldığı bazı meşrep,mezhep ve Tasavvufun “t”’sinden habersiz tarikat ve gerçek cemaat bilincinin “c” sini temsil etmeyen “cemaat” ve hizip   taassubuyla yoğrulmuş “kültür Müslüman”ın   İslam Dininin özüyle irtibatı, Yüce Allah’ın hidayetine kalmaktadır!.. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, İslam Dini ,Kültür ve Din Kültürü kavramlarının üzerinde  kısaca durmaya çalışacağız. 

             KÜLTÜR

          Kültür geniş tanımıyla,Yüce Allah’ın yarattıklarından yola çıkan insan- oğlunun  toplumsal yaşamını devam ettirebilmesi için meydana getirdiği  konuşma dili, yazı, araç- gereç ve ürünlerin tamamını kapsamaktadır.Dar anlamda ise, birey ve toplumun  uzunca bir sosyal süreçte edindiği maddi ve manevi bilgi, birikim ve uygulamalarıdır…

      İslam  yaratılış inancı  doğrultusunda bazı hikmet ehlinin yorumuna göre, İnsanlığın atası Adem ve Havva çifti cennette mutlu ve mesut yaşarken, ‘cilveyi Rabbani’ gereği “yasak olan meyveden yemeleri sonucunda” cinsellik ve onun fonksiyonları meydana çıktığından, o halleriyle cennette kalamayacakları için yeryüzüne indirilmişlerdir!  Yeryüzü o dönem her türlü maddi kültür ve uygarlıktan uzak doğal  bir  yaşam içerisindeydi. Adem’le  eşi başlangıçta Rabbimizin kendilerine öğrettiklerinin dışında, dil dahil olmak üzere, hiçbir kültür üretmemiş olduklarından, gönül lisanıyla ve işaret dili ile konuşup anlaşmış olmalıdırlar; ancak  binlerce zulmani perde arkasında bile, Rablerinin her an huzurundaymış gibi saygı göstererek, itaat etmekteydiler.

        Yeryüzünde ürettikleri ilk kültürel eser bugünkü Kabe’nin yerindeki mahalli malzemeyle –belki de sadece ağaç dallarından-  yaptıkları barınak olmuştur. Orasının bir köşesinde Rabbimize  kıyam ( saygı duruşu) ,rüku (eğilme) ve secde ederek ibadet etmekte; Allah’ın öğrettiği isimleriyle O’nu zikretmekteydiler. Bu davranışlarda hal lisanlarıyla “sürgünde dahi Rab’lerinden memnun olduklarını belirtip, O’na şükürlerini sunarak” İslam Dininin maddi-manevi güzelliklerini yaşamaktaydılar… Rab’bin  onlara cevabı gecikmedi: Önce gönüllerine, sonrada zikirleriyle nurlaşan evlerine tecelli ederek, orasını yeryüzünün en kutsal mekanı yaptı!… Nuh Tufanına kadar çağlar boyu önemli bir ziyaret ve hac yeri olan Kabe,  Tufanla beraber yıkılarak kayboldu;  ta ki müminlerin atası Hz.  İbrahim ve İsmail(A.S) tarafından   vahiy sonrası yeniden yapılarak, insanların ziyaretine açılana kadar…

       Söz Hz. Adem’den açılmışken, birazda çocuklarıyla ilgili önemli bir hikmetten bahsedelim: Oğullarından biri Habil, diğeri Kabil’di,  Habil Adem’in ruhaniyetine varis olurken, Kabil nefsine varis olmuştur. Onlardan sonra gelen nesiller Habil veya Kabil  istidatlı/eğimli olarak doğdular, aile ve çevre sonunda onları ya Habil ya da Kabil’e dönüşecek şekilde yetiştirmektedir!… Kabililer maddi hırs ve egosuyla Dünyayı mamur etmeye uğraşarak, insanoğlunun maddi kültürünü geliştirirken, Habililer içlerinde güzellikler bulunan sanatlarla, din ve maneviyat gibi  maveraya yönelik manevi kültürü  yücelttiler

      Sonunda Adem-Havva çiftiyle bu alemde oluşmaya başlanan maddi kültürler  Dünyayla beraber yok olacak ve Ahiret yaşamında Yüce Allah’ın Kur’an’da açıkladığı ilahi  iradeye uygun yeni bir yaşam ve yeni bir “kültür” başlayacaktır; İşte  tam bu noktada araya Kültürün maddi-manevi öğelerini  bünyesinde barındıran  inanç ve din kavramı girmektedir.

             İSLAM DİNİ

           Sözlük  anlamı: Selam, selamet ve barış olup, Hz. Adem’le başlayan özü “Yaratıcı iradeye teslimiyet” olan inanç sistemi,  Kur’an’ın  belirlemesiyle “ Allah’ın yanında din (yalnızca) İslam’dır.” (Âli İmrân 3/19)  Adem’den sonra gelen peygamber ve nebiler kendi toplumlarına İslam esaslarını tebliğ ettiler. İslam’da din  kavramı,   kişinin ilke ve amaçlarını benimseyerek, yüksek ve üstün bir iradeye  kendini teslim etmesi ile yaşamını O’nun iradesine göre şekillendirmesi  yanında,  O üstün iradeyle ve yaratıklarıyla olan ilişkilerini kapsamaktadır. Araştırmacıların tespitlerine göre, Kur’an’ın Arapça’da kullandığı “din” sözcüğünün belirlediği mana ve içerik , ilk kullanıldığı  tarihten  önce yaşayan  herhangi bir uygarlığın  dil ve kültüründe - o kapsamda - karşılığın olmadığıdır. Kaynaklara göre  en yakını Latin dilindeki “religio” terimi olarak, inanç kültürünün sadece törenler ve kurallar bütününü karşılamaktadır. Bu nedenle din kelimesinin menşeinin İslam olduğu   söylene-bilir!  İslam Dini, insanın bu dünyadaki yaşamındaki iyi- güzel davranışları,ahlak ilkelerine uyumu ve ibadetleri sonucu Ahiret hayatının şekilleneceğini bildirerek, ölüm sonrası ebedi yaşamı içine alan, yaratıcının   ona vaat ettiği güzellikleri kapsamaktadır.   Müslüman emir ve yasaklara uyarak dünya  yaşamını  disipline ettiğinde, ahrette  çok büyük  karşılıklar  göreceği müjdelenmiştir !...

        İnsanın yüce yaratıcının iradesine teslim olabilmesi için, ona inanıp, elçileri vasıtasıyla gönderdiği mesajını kabullenmesi gerekmektedir; bu kabul sonrasında görünmeyen aleme inanmak yani iman doğmaktadır. Pratikte kolaylık olması bakımından, imanın Amentüsü (olmazsa olmazı)  olarak Altı umde sayılmaktaysa da, Kur’an  mesajının tamamını kabullenip içine sindiremeyen Müslüman, “Mümin-i Kamil”(imanda kemale ermiş) sayılmamaktadır. İmanda kemale ermenin yolu , Hz.  Muhammed’in ahlakını yaşam normu olarak benimseyip,  yüce Rabbi çok zikretmek ve  sürekli Kur’an okumaktan geçmektedir. ”…Haberiniz olsun kalpler  yalnızca Allah!ın zikriyle  mutmain (tatmin) olur.”(Ra’d 13/28)  Çünkü Kur’an,  Nur, Zikir ve Mürşid-i Âzamdır…  Yüce Allah’a ve Kur’an’da  bildirdiklerine inanarak,  Elçisi Muhammedi  kabul ettiğinde ilahıyla önemli bir akit yapmış olmaktadır.  “ …Seninle biatleşenler ancak Allah’la biatleşmişlerdir.”( Fetih 48/10) Dünya yaşamı Sıddik/sadıklarla,  fasik/çürüklerin ayrımı için belirlenmiş imtihan yeridir; dünyadaki fiillerine göre herkesin artı- eksi dereceleri oluşup, o  dereceler ebedi alemdeki hesap göreceği  mizanda  hangi toplulukla beraber olacağı belirleyecektir!…

       Ariflerin anlatımıyla ,  Kur’an okumayı vird edinip, mealinden ve tefsirinden yararlanmayı ödev olarak benimseyen insan, Allah’ın ilk emri olan “İkra/oku”’yı da yerine getirmekte, her okuduğunda kendisine ilahi mesajın yeni sırları açılıp ,Yüce Rabb’in bildirdiği İsim /sıfatları ile karşılaşıp, O’nu tanımanın şerefine ermektedir. İsimlerini öğrenip onlarla zikreden  Müslüman,  sonunda o sıfatlarının hikmetlerini tefekküre yönelince, Rabbine yaklaştığını hissedip , gönlüne alemi manadan  “Sekine” indiğini fark edecektir. Bu süreçler sonrasında,  Yüce Allah’ın  kendisini nuruyla  çepeçevre kuşattığını anlaya-caktır. Kur’an okumaya devam ettiğinde şu kesin hükümleri görüp, “ De ki : Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun,  Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”( Al-i İmran 3/31)  İlahi mesajı insanlığa sunan Hz. Muhammed’in  Allah’ın(C.C.) indinde çok şerefli ve yüce olduğunu anlayıp; O’na, Ehlibeytine ve Yakın dostları Sahabilere selam göndermenin ne kadar faziletli eylem olduğunu öğrenecektir. Hz. Resulullah’ı tanıdıkça sevgisi daha da artacak , O’na tabi olmanın çok büyük bir mutluluk olduğunu anlayacaktır. (Rabbim bizlere de nasip eylesin)

     Peygamber efendimiz Kur’an mesajını almaya başladığından itibaren, emirlerin gereğini yerine getirmiş  ve onları  çevresindeki Müslümanlara da  anlatıp, İslam’ın nasıl yaşanacağını öğretmiştir. Hz. Muhammed’in uygulamaları genel olarak adet , usul anlamında sünnet olarak adlandırılmakta olup, Kur’an’da Allah’ın değişmez kanunları da “Sünnetullah” olarak geçmektedir. Geniş anlamıyla Peygamber Efendimizin Kur’an’ı yorumlayarak, hayata geçirmeye yönelik yaptığı davranış ve ortaya koyduğu yaşam sistemine “Sünnet-i Nebi” denmekte, bu kavram dayanağını Kur’an’dan almaktadır.“Hayır! Rabbin hakkı için onların aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan teslim olmadıkça iman etmiş sayılmazlar.” (Nisa 4/ 65), yine “Peygamberin size verdiklerini  alın  ve  size  yasakladıklarından  da  sakının”   (Âl-i İmrân 3/31)  İslâm Hukuk siteminin iki ana kaynağı, Kur’an ve sünnettir. Üç tür sünnet bulunmaktadır;

1- Kavli sünnet: Hz. Peygamberin söylediği sözler bunlara genel olarak “Hadis” denmektedir.

2- Fiili sünnet: Hz. Peygamberin yapmış olduğu fiiller ve davranışlardır.

3- Takriri sünnet : Hz. Peygamberin huzurunda söylenen bir sözü veya yapılan bir davranışı ya da kendi huzurunda olmasa bile intikal eden bir olayı veya hareketi sükûtla geçirerek tasvip etmesidir.

      Sünnet, İslâm hukuku ve ahkâmında “Nass” yani kesin delildir. Peygamber Efendimize aidiyeti ittifakla kabul edilen hadisler de bu hükümdedir. Çünkü yüce Kur’an’da “O şahsi arzularına göre konuşmaz, o  kendisine gelen bir vahiyden başka bir şey değildir. ” ( Necm 53/39)                         

        Tarihi süreçte gelişen İslami ilimler bilhassa Tefsir ve Hadiste önemli aşamalar göstermiş, fakat Alem-i gaybin  (ruh,melek,cin vb.) izahında  kelam ve felsefeciler oldukça zorlanmıştır. Bunun nedeni son semavi kitapta bazı kavramların umuma açıklanmayıp sır olarak saklanmış olmasından kaynak-lanmaktadır; “sır, mahiyeti icabı topluma açıklanamayan gerçeklerdir.”  Hikmet bilgisi olarak, vahy süreci içinde Cebrail A.S. tarafından Hz. Muhammed’e  iletilmiş, O’da Hz.Ali ve Hz.Ebubekir gibi ileri Ashaptan bazılarıyla  onları paylaşmıştır!  Bilgiler Ehlibeyt , Ashap  ve onları yakından izleyenler yoluyla nesilden- nesile aktarılarak, sözlü veya yazılı  olarak günümüze kadar gelmiştir.  Bu konudaki ilke, “sırrın ehlinden saklanmadığıdır”. (açıklamamız bazı okuyucuda Batınilik ve Hurufiliği çağrıştırabilirse de,  hikmet bilgisini o konular  dışında aramak gerekmektedir. Bkz. Tasavvuf Yolcusu isimli kitabımızın  Batınilik ve Hurufilik bölümü)        

 

    DİN KÜLTÜRÜ 

      Yeryüzünde  gerçekleşen her olgu kendi kültürünü de beraber  oluşturmakta zamanla  olumlu-olumsuz değişimlere uğrayarak gelişmekte veya yok olmakta-dır. İslam ilk çıktığı Arap Yarımadasında  Hz. Peygamber ve onun vefatından sonraki Hülafay-ı Raşidin döneminde  kaynağa bağlı uygulamalarla kendi kültü-rünü  oluşturmuş; fetihler sonrası, gelişen bazı siyasi sebepler ve değişik kültürlerin katılımıyla,  yeni yorum ve uygulamaları  beraberinde getirmiştir. O  döneme  kadar oluşan İslam Kültürü, diğer kültürler karşısında baskın olsa da, kültür teorisinin kuramları paralelinde  etkilenerek yeni bir sürece girmiştir. Sosyal bilimciler bu olguya “Kültürleşme” ismini vermektedir. Sosyologlara göre, “Karşılaşan kültür gruplarından biri baskın kültürün temsilcisi olsa bile, her iki sisteminde bu kültür ilişkisinden etkilendiği görülmektedir.Kültürleşme süreci içerisinde insanlar değiştiği gibi, diğer  kültürel öğeler, araçlar ve kurum-lar da değişikliğe uğramaktadır.”( Güvenç,İnsan ve Kültür, s.135)  

     Bize göre   “Kültürleşme ”  bu güne kadar durmamış ve durmayacaktır da fetihler, Endülüs İslam Devleti, Haçlı  Seferleri,   Ortadoks  merkezinin Türk-lerin eline   geçmesi, Avrupa Coğrafyasındaki fetihler, göçler ve son olarak dünyanın globalleşmesi bu süreci devam ettire gelmiştir. İslam Kültürü  karşılaştığı kültürlerden etkilendiği gibi, o kültürleri de etkileyerek,  Rönesans  ve aydınlanma çağının başlamasını sağlamıştı, ancak evrensel kültüre onca katkısına rağmen, uzun yıllar bilim ve teknikte ve dolayısıyla kültürde  durağan dönem yaşamıştır!

          Günümüze gelinceye kadar, kaba hatlarıyla İslam’ın dini kültürüne kısa başlıklarla göz attığımızda:  Önemli bir hizmet olarak, Peygamber efendimizin hadisleri meşakkatli çabalar sonucu  derlenerek, geniş koleksiyonlar şeklinde hizmete sunulması sonrası  hadis ilmi meydana gelmiştir.  Maalesef içlerinde bir kısmının Hz peygambere  aidiyeti tartışmalı ve bir bölümü Kur’an’ın ana ilkelerine ters düşen mevzu ve zayıf metinlerden oluşmaktadır; ayıklanarak yeniden tasnifi görevi, çağımızın hadis alimlerine düşmektedir. Gelişen İslam coğrafyasında  fıkhı kolaylaştırmak üzere kurulan mezhep ekolleri yanında,  bazı sapkın mezhepler de boy gösterebilmiştir  Fıkıh âlimlerinin çoğunluğu, zayıf ve mevzu hadisleri, “nass” yani bağlayıcı kesin delil olarak kabul etmemişlerse de, bazı alimler en zayıf hadisi,  hatta H. II. asırda yaşayan Medinelinin sözünü bile “Kıyas”a tercih ettiklerinden, kitlelerce  kabul görmüş  mezhepler arasında  bu gün dahi ihtilaflar bulunmaktadır. Yine tarihi gelişim içerisinde züht ekolleşerek Tasavvufa yönelip, tarikatları meydana getirmiş , fakat onun yanında, bazı sapkın düşünce ve ekollerde  kendini tarikat kisvesi altında gizlemiştir. İslami Düşünce yapısı içerisinde Alem-i Gaybı akılla izah etmeye çalışan  samimi Kelam ve İslam Felsefe ekolleri yanında  bünyesinde sapkınlıklar bulunan düşünceler de boy göstermiştir. Son aşamada İslami ilimler tasnif edilerek,  medreseler  ve  daha sonra günümüz İlahiyat Fakültelerinde okutulan  ders müfredatları oluşturulup,  İslami bilimler ve  İslam kültürü  akademik sistemlerle öğretilmeye başlanmıştır. Başlangıçtan beri İslam adına kurulan müessese  kurum ve ekollerin çoğu iyi niyetle meydana getirilmiş ancak  bünyelerine dünyalık kaygısı karışınca amaçtan uzaklaşmışlardır. Buna rağmen benimseyelim veya eleştirelim, o kuruluş ve müesseseler Müslüman kültürünün  oluşturduğu ortak ürünlerdir; hayatiyetini devam ettirenlerin aksayan yönleri düzeltildiğinde,  iyi ve güzel  hizmetler üretebileceklerdir.

 

                                              ****

     Yukarıdan beri  izaha çalışıldığı gibi İslam Dini , anlaşılması çok kolay kuram ve kavramlar içermekteyse de  tarih içerisinde onu anlaşılmasını zorlaş-tıran ve adeta Kur’an mesajının  bilinmesini sırra dönüştüren bazı karmaşık öğreti  sistemleri ve tarih içinde siyasallaşan ekol ve kurumların doğduğu görül-müştür. Bunca olumsuzluğa  rağmen, İslam dini  kendi iç ve dış dinamikleri ile bu güne kadar dimdik ayakta kalmış ve kıyamete kadarda kalacaktır!...

       Genel kanı, “Müslüman anne ve babadan doğan her çocuk İslam olmaktadır.” Oysa ki, gerçek hiç de öyle değildir. Müslümanlık, çıkışını İslam Dininden alan bir kültürün adı, İslam ise Allah’a  teslimiyetin adıdır. Hz. Musa ve Hz. İsa  kavimlerine  İslam dinini getirdikleri halde , kavimleri onu Yahudilik ve Hıristiyanlık kültürüne dönüştürmüşlerdir. Yine bir başka yanlış kanıya göre, İslam din kültürünü iyi bilen herkes “İslam Alimidir”(!)  Keşke öyle olabilseydi İslam coğrafyası ve dışında bu kültürün ilmini yapmış onbinlerce akdemiysen ve bilim insanı olduğu bilinmektedir: yarısı gerçek İslam olabilseydi, halkı Müslüman olan devletlerin “hal-i pürmeali” böyle olmayacaktı!

      Yüce Peygamber, “Her çocuğun  İslam fıtratında doğduğunu” bildirmiştir; fakat ailesi ve toplum onu çeşitli din  ve inanç kültürüyle yoğurarak, sonunda  kendilerine benzetmektedir. Baştaki örnekte de belirttiğimiz gibi ,çocuk ya Ha-bil’i ya Kabil’i olmaktadır. Burada akla şu soru gelebilir, “ Kabil’e benzeyen çocuk, daha sonra Habil’e dönüşemez mi ? İrfan ehli soruyu, “Akil- baliğ ve idrak sahibi olduktan sonra   İslam’ı arayıp bulması ve Peygamberin dilinden iletilen ilahi mesaja yönelmesi gerekmektedir.” Şeklinde cevaplamıştır!..

      Kendini İslam ve  Müslüman olarak kabul eden bizler ,  içtenlikle şu soruyu sorarak cevaplamamızda yarar var. “Acaba ben İslam/Müslüman mıyım  yoksa Müslüman  kültüründe mi yaşamaktayım?” Gerçek  Müslüman Hz.Muham-med’in tamamladığı  İslam ahlakıyla yaşayandır!..  Ne mutlu onlara…

 

*  Özdüzen’in  çalışmalarından Aşk Yolcusu, Tasavvuf Yolcusu ( Ötüken Yayınları/İst.) ve Esmaü’l Hüsna ( Beyaz Kule Yayınları/Ank.) yayımlanmıştır. Ayrıca çok sayıda şiir, makale ve denemesi gazete, dergi ve Internet sitelerinde yayımlanmaktadır. Şiirlerinden bir bölümü çeşitli formlarda bestelenmiş olan yazarın,  araştırmalarında kitaplaşan  bir kısmı yayımlanmak için sıra beklemektedir.

© 2035 by Daniel Lunsford. Powered and secured by Wix

bottom of page